25 Kasım 2010 Perşembe

El Clasico


Adeta tüm dünya nefesini tuttu ve formda iki takımın büyük mücadelesini bekliyor. Maçın Pazartesi gününe alınması biraz da olsa yerel derbilerimizden biri olan GS-BJK maçının önemini yitirmesini engelledi. Ancak bir sporsever olarak Pazartesi günü izleyeceklerim bu haftalık ihtiyacım olan futbol besinimi fazlasıyla karşılayacaktır.
Haydi o zaman geri sayım başlasın.
Messi mi Ronaldo mu?
Puyol mu Carvalho mu?
Villa mı Benzema mı?
Iniesta mı? Xabi Alonso mu?
Alves mi Ramos mu?
Maxvell mi Marcelo mu?
Guardiola mı Mourinho mu?

Türk futbolu mu Avrupa mı?

Şimdiden iyi seyirler;)

28 Ekim 2010 Perşembe

29 Ekim

Cumhuriyetimizin 87. yılını coşkuyla kutluyoruz. Bugünlere gelmemizi sağlayan şehitlerimizi, gazilerimizi saygıyla anıyoruz!

30 Eylül 2010 Perşembe

ManU

ManU ile kupa almak kadar zevkli bir şey olabilir mi ya? Can sıkıntımı geçirmenin bir numaralı yolu budur abi! =)

15 Eylül 2010 Çarşamba

Ne güzel demiş Necip Fazıl

BEKLENEN 

Ne hasta bekler sabahı, 
Ne taze ölüyü mezar. 
Ne de şeytan, bir günahı, 
Seni beklediğim kadar.


Beklemekten sıkılanlara ve beklemekten başka çaresi olmayan dostlara gelsin bu dörtlük. Size bir öneri: Beklemeyin ve sizi bekletenlere inat arayışlara girin. Mutlaka bir çıkar yolu olacak, olmalı. Eminim!

31 Ağustos 2010 Salı

Bekleyiş

Bekleyişlere vermişiz kendimizi, sonunu bilmediğimiz bir zaman tünelindeyiz. Kim derdi ki 10 Temmuz'da KPSS'den çıkınca önümüze yığılan günlerin geçtikçe bekleyişin ters orantılı olarak artacağını? Nihayet dün akşam saatlerinde öğretmen atamaları ileride oluşabilecek karışıklığı önlemek adına ertelendi. Haksız yere yüksek puan alıp atanmayı bekleyen adaylara vurulan bir darbe olmakla beraber emek verip istediği puanı alan ve atama bekleyen adaylara da  soğuk duş etkisi yaşatmıştır. Asıl önemli olan bundan sonraki süreci ÖSYM MEB ve YÖK'ün nasıl yöneteceğidir. Henüz kesin olarak "kopya delili" bulunamadığı söylenmekle beraber bu seneki sonuçların gösterdiği istatistiki bilgiler kafaları karıştırmaktadır. Bunun yanında Türk Eğitim Sen Başkanı Koncuk'un iddialı açıklamaları medyanın kullandığı en önemli malzeme haline gelmiştir. Tüm bu karışık ortamı ise çözmek Türk adaletine ve savcılarına kalmıştır. Cumhurbaşkanı da bu konudaki hassasiyetini göstermiş ve DDK'yı bu işi incelemesi için görevlendirmiştir. Peki tüm bu karmaşa içerisinde olası sonuçlar neler olabilir?

1) YÖK'ün açıkladığı şüpheli 3227 kişi üzerinde yapılan araştırmalarda kopya çektiği ispatlanan adayların sınavı iptal edilir ve yeniden bir puan hesaplamasından sonra atamalar gerçekleşir. (Kopya çeken adayların tam anlamıyla temizlenip temizlenmediği üzerinde birçok tartışma olur ve kamuoyunu tatmin etmek güçleşir.) 
2) Kopya çektiği belirlenen adaylar doğrudan sıralama listesinden çıkarılır ve puan hesabına gidilmeksizin atamalar gerçekleşir.( Bu durumda istatistiki değişimlerden oluşabilecek farklar gözardı edilmiş olur hak tam anlamıyla yerini bulmaz.)
3) Yapılan incelemeler sonucunda kesin bir delile ulaşılamadığı açıklanır ve atamalar hemen yapılır. ( İçinde bulunulan kaos ortamını bu seçenek kesinlikle tatmin etmez ve insanların devlete olan güveni azalır. Bundan sonraki yapılacak sınavlar için adaylarda psikolojik bir güvensizlik durumu oluşur.)
4) KPSS 2010 tamamen iptal edilir ve öğretmen atamaları yeni yapılacak sınavla belirlenir. (Toplumun büyük bir kesimini memnun etmekle beraber sınavda iyi yapmış ve atanması muhtemel adaylar için hayal kırıklığı olur. Sınav günü performansı iyi olan ve başaran adaylar için bir sonraki sınavda aynı performansı gösteremeyeceği korkusu oluşur. Kopya iddiaları kesinleşmiş olur ve toplum soruları alan ve sızdıranların aydınlatılmadığı sürece bir sonraki sınavlar için aynı güvensizliği yaşamaya devam eder.)

Gerçekten çok dikkatli kararlar erilmesi gereken bir süreçten geçiyoruz. Yetkililerin işi çok zor ama herkes işini iyi yapıp bu durumu önleyecek tedbirleri almalıydı. Umarım bu karışıklığa son verecek olan yaptırımlar büyük bir çoğunluğu tatmin eder. (Herkesi tatmin edecek bir çözüm aklıma gelmediği için artık çoğunluk hesabı yapıyorum, belki beni yanıltacak bir uygulama gerçekleşir.)

Bizlere düşen ise beklemek ve sabretmek.
Saygılar efendim.;)

24 Temmuz 2010 Cumartesi

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Turkcell Süper Lig 1. Hafta Fikstürü ve Dev Maçlar


1. Hafta (13-16 Ağustos):
-------------------------

Fenerbahçe-Antalyaspor
Kardemir Karabükspor-Manisaspor
İstanbul Büyükşehir Belediyespor-Kayserispor
Ankaragücü-Trabzonspor
Bucaspor-Beşiktaş
Gaziantepspor-Kasımpaşa
Eskişehirspor-Gençlerbirliği
Bursaspor-Konyaspor
Sivasspor-Galatasaray

İŞTE DEV MAÇLAR

2. hafta

Trabzonspor - Fenerbahçe
Galatasaray-Bursaspor

5. hafta

Fenerbahçe- Beşiktaş

7. hafta 
Trabzonspor - Beşiktaş

9. hafta

 Fenerbahçe - Galatasaray

10. hafta
Bursaspor-Fenerbahçe
11. hafta 
Trabzonspor - Galatasaray

14. hafta
Galatasaray - Beşiktaş

15. hafta
Beşiktaş-Bursaspor

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Nerede Kalmıştık?


Günümüz futbolunda olması gereken her şeyi oyuna yansıtan takım, İspanya, kupasına sonunda kavuştu.(Kimse hakeme bahane bulmasın, daha maçın başında Hollandalı futbolcunun Alonso'ya tekmesini görmeyerek Hollanda'ya bir şans verdi.) Turnuva başındaki tahminim de böylelikle tutmuş oldu.Ayrıca kahin ahtapot da tarihe geçti.:) Türkiye olmadığından dolayı bir büyük turnuvayı da içimiz buruk izledik ve noktaladık. İnşallah 2012'de Polonya'da bu gururu biz de yaşarız. 

28 Haziran 2010 Pazartesi

Penaltı Nasıl Atılır?




DÜNYA Kupası heyecanının herkesi sardığı şu günlerde kupa mücadelesiveren takımlar galibiyet için bilim insanlarından alternatif taktikler öğrenebilir. Bilimsel araştırmalar golgarantili penaltı ya da vuruşun yönünü gösteren ipuçları sunuyor. İngiltere’deki Bath Üniversitesi’nden Dr. Ken Bray, bugüne kadarki penaltı vuruşları üzerinde yaptığı kapsamlı araştırma sonucunda kaçırılması imkansız penaltının formülünü buldu. Buna göre en az saatte 96,56 km hızla, kalenin merkezinden 3.01 metre uzaklık ile yerden 1.68 metre yüksekliğin kesiştiği noktaya yapılanvuruşun gol olmaması imkansız.



DR. BRAY aynı zamanda oyuncuların psikolojisinin golü etkileyebileceği konusunda uyarıyor. Maç sırasında normal bir noktadan kaleye şut çeken iyi bir futbolcunun gol atma oranının yüzde 80 olduğunu belirten Dr. Bray penaltı sırasında bu oranın yüzde 75’e düştüğünü söylüyor. Dr. Bray bunun nedeni olarak futbolcuların daha yorgun ve daha çok baskı altında olmalarını gösteriyor.



Vücut dili penaltının yönünü ele veriyor

ABD’NİN New York kentindeki Rensselaer Polytechnic Üniversitesi’nden Gabriel J. Diaz ise kalecilere penaltı vuruşunun hangi yöne yapılacağınıanlamaları için ipuçları veriyor. Diaz penaltı atacak olan futbolcununvücudunu hareket ettiriş şekline ya da ayağını nasıl koyduğuna bakılarak vuruşu nereye yapacağının anlaşılabileceğini söylüyor. Diaz’a göre vuruşun yönünü hakkında en güvenli bilgiyi yerde duran ayağın yönü veriyor.
TOPUKTAN başparmağa doğru bir çizgi çizildiği farz edilirse, bu çizginin izdüşümü topun gideceği yönü gösteriyor. Diaz kaleciyi yanıltmak için topu farklı yöne göderen futbolcular konusunda da kalecilereönerilerde bulunuyor. Futbolcu bunu yaparken ağırlık merkezini değiştiriyor, dengesini korumak için de bu hareketi vücudunun başka bir bölümü ile karşılıyor. Örneğin pozisyonunu sabit tutmak için kolunuhareket ettiriyor.


Milliyet

26 Haziran 2010 Cumartesi

Aykut Kocaman Devri

Oyunculuğunda gösterdiğin beyefendi duruşu ve başarılı futbolu Fenerbahçe Teknik Direktörü olarak da göstermeni diliyorum. Türk teknik adamlara yapılan haksızlığa en güzel cevabı her zaman gösterdiğin beyefendi duruşunla ve alacağın başarılarla verirsin. Rıdvan'a yapılan haksızlıklar gibi bir durum yaşanmaz inşallah. Her sene yabancı teknik adam getirip tazminat ödemektense kendi evladımıza tahammül etmeyi yeğliyorum ve seneye kombinemi sadece Aykut Kocaman'ı desteklemek için alıyorum. 

Almanya-İngiltere

Sonunda turnuvanın beklediğim maçlarından biri geldi çattı. Almanya da İngiltere de beklediğimden zor bir şekilde gruplarından çıktılar. İngiltere ABD nin son dakika golüyle grubunda ikinci oldu ve kimilerine göre erken final maçı oynayacaklar. İngiltere'yi bir türlü sevemedim bilmiyorum neden ama hep itici geliyor bana bu takım. Defoe ve Glen Johnson olmasa izlemek bile istemiyorum. Almanya ise aksine her turnuvanın görülmeyen favorisidir ve finale gelene kadar kimse Almanya'yı ağzına almaz. Turnuva bitince bir bakarsınız Almanya ilk üçtedir. Almanya'da da Mesut ve Podolski izlemekten zevk aldığım futbolcular. Umarım zevkli  ve çekişmeli bir maç olur. İki takım da futbolu güzelleştirerek kazanır ve gruplardaki 3. maçların sıkıcılığını bize unuttururlar. 
Bu Pazar güzel olacak :) 

22 Haziran 2010 Salı

KPSS 2010 ve Ben

 Okul bitti ve daha mezuniyetin neşesini ve üzüntüsünü yaşayamadan yine derse koyulduk. Çok koyuyor adama daha kepi atamadan gelecek düşünmeye başlamak. İşte o geleceğe bir adım olarak devletimizde çalışmak için bu yukarıdaki kitapların sayfalarının tozunu yutmam gerekmiş. Ben de öyle yapıyorum şu aralar. Evimdeyim, keyfim iyi ama gezip tozup final döneminin, yoğun geçen bir kongrenin ve en önemlisi Boğaziçi'ndeki geçen 5 güzel ve yorucu yılın stresini atmak istiyorum. Maalesef! Yine döndük lise sona. Yine ÖSYM'nin klasik soru tipleri beynimde geziniyor; okuyorum, kavrıyorum, analiz ve sentez yapıyorum sonunda da değerlendiriyorum kendimi konu anlatımlı ve çözümlü sorularla. (ED 374'e selam olsun:)) Ve yine 4 yanlış bir doğruyu götürüyor, bari o değişseydi be o kadar lisansı bitirdik yani 6-7 şıklı performanslar beklerdim ÖSYM senden;)
Her neise deyip çalışmaya devam edeyim, zaten bu yıl ödev yapmaktan çalışmaya zaman kalmadı bari şu 20 günü iyi değerlendirmeli;) Sınava girecek tüm bünyelere sağlık ve sıhhat dileklerimle efenim.

5 Haziran 2010 Cumartesi

Futbolu Benim İçin "İzlenesi" Yapanlar

Hey gidi günler...Özellikle Dünya kupası arifesinde nostalji olsun diye geçmiş yıllara ait goller, efsane maçlar ve efsane futbolcuları izleyip duruyorum ve onları özlüyorum. Daha sonra düşündüm de günümüzde artık futbolun sadece "futbol" olmadığı bu alemde bana futbolu izlemeye ve yıllar sonra hatırladığımda iç çekmeme neden olacak futbolcuları düşündüm. Aklıma ilk gelenleri paylaşmak istedim. Şu saatte düşününce mutlaka unuttuğum vardır ama ilk aklıma gelenler şöyle:

Didier Yves Drogba Tébily

Her ne kadar bugün sakatlandığını öğrenip Dünya Kupasında seni izleyemeyek olmaktan dolayı üzgün olsam da forvet denince ilk akla gelensin. Liverpool'a dönerek sol ayağınla attığın golü unutamıyorum.

Robin van Persie

Raket gibi sol ayağını ve füzelerini bilmeyen var mı hala?

Theo Walcott

100 metreyi senin kadar hızlı koşan futbolcu var mı merak ediyorum. Varsın Capello almasın kadroya, bu hız ve bu yetenek adını unutulmazlar arasına koymaya yetecek.

Xavi Hernández

Ayağından sana faul yapmadan top çalabilen var mı bilmiyorum ama Dünya futbolu top nasıl saklanır senle bir kez daha öğreniyor.

Maicon Douglas Sisenando

Birisi "Sağ bek nasıl olur?" mu dedi? Cafu'dan sonra dünyanın bence en iyi ikinci sağ beki de Brezilya'dan. Sol ayağıyla bu kadar düzgün orta yapan ve pas atan bir sağ bek daha var mı? Real Madrid'e de gitsen seni izlemek her zaman güzel.

Gaël Clichy

Yine bence R. Carlos'tan sonra gördüğüm en etkili sol beksin. Hızın, kademe anlayışın ve mesafe tanımaksızın yaptığın ortalar takdire şayan. Hep Arsenal'de kal:)

Şimdilik bu kadar. :) İyi ki varsınız ve iyi ki sizi izleyebiliyorum. 


31 Mayıs 2010 Pazartesi

Capital of Terrorism



I condemn the "state terrorism" of Israel, hoping that you all will disappear in your black marsh. 


İsrail'in devlet terörizmini kınıyorum. Umarım birgün hepiniz kara bataklığınızda kaybolup gideceksiniz.

23 Mayıs 2010 Pazar

Boynuz Kulağı Geçti


Madrid'de Avrupa'nın en büyüğü belli oldu. İnter'in uzun yıllar süren kupa hasretini dünya futbolunu onu sevenler ve nefret edenler olarak ikiye ayıran Mourinho dindirdi. Hem de onun bugünlere gelmesinde büyük emeği olan hocası Van Gaal'in elinden kupayı alarak...
Futbol işte böyle bir oyun ki yıllar sonra hocanızla böyle görkemli bir finalde rakip olabiliyorsunuz ve hocanızdan kupayı alıyorsunuz. İnter bu kupayı sonuna kadar haketti. Başta Mourinho olmak üzere başkanından tüm oyuncularına kadar içlerindeki o isteği görmek çok da zor değildi. Bir takım düşünün ki çeyrek finalde İngiltere şampiyonunu, yarı finalde İspanya şampiyonunu ve finalde de Almanya şampiyonunu yensin ve kupayı İtalya'ya alnının akıyla götürsün. Kim ne derse desin Mourinho bu işi çok iyi biliyor ve ondan nefret edenleri bile onu izlemeye mahkum ediyor.
Maça bir de oynayan oyuncular ve geçmişleri açısından bakalım. Bir tarafta Sneijder diğer tarafta Robben ikisi de Real Madrid'in geçtiğimiz yıl takımdan Hollandalı temizleme operasyonuyla Avrupa'da başka klüplere gitti ama kader onları farklı takımlarda ve yine Real Madrid'in mabedinde birleştirdi. Birisi kupayla diğeri de Arupa ikinciliği rütbesiyle evlerine dönüyor. Real Madrid ise hala yeni yıldızlara paralarını saçsın dursun. Bu iki isimden başka Cambiasso ve Samuel de Real in gönderdiği ama şimdi kupayı kaldıran futbolcular arasında.
Maçın adamına gelince 2 gol atan Milito'yu bir köşeye koymak gerek. Doğru zamanlama, doğru yere koşu, rakibi geçme ve mükemmel 2 vuruş. Ayrıca maç boyunca İnter'in rakip sahada top tutmasını sağlayan baş aktörlerden biri. Sanırım bu gece Maradona biraz daha fazla keyifli uyuyacak.
Ve sıra geldi milli gururumuz Altıntop kardeşlerin Hamit'ine. Şampiyonlar ligi finaline Türk takımı gönderemesek de Yıldıray'ın ardından bu başarıyı göstren ikinci Türk oyuncu. Ne yazık ki ikisi de kupaya ulaşamadı ama top onların ayağına geldi mi izleyen tüm Türk seyirciler farklı bir heyecan duydu. Tabi atlanmaması gereken önemli bir nokta da ikisinin de gurbetçi olup Türkiye dışında bir altyapı eğitimi alması. Nerede eksiğimiz var sanırım bu örnek biraz daha hatamızı görmemize yardımcı olur. Van Gaal onu çıkarırken hocasına az da olsa sitemkar bir bakış attı ve yedek kulübesinin yolunu tuttu. Benim gördüğüm Robben ve Oliç ile beraber Bayern'i rakip sahaya götüren üçüncü futbolcuydu ve ters kanatta oynamasına rağmen iyi işler yaptı. Ribery'nin performansını ondan o bölgede beklemek zaten hayalperestliğin dışına çıkamaz. Gururumuz oldun Hamit, darısı seni tv de izleyen Türk futbolcuların başına.
Son olarak tekrar belirtmek istiyorum akıllı oynayan, doğru zamanda pres yapıp doğru zamanda kalesini açık vermeden savunan ve en önemlisi hocasının verdiği hırsı rakibe değil ama topa ve tüm izleyenlere gösteren takım kupayı evine götürdü. Mourinho gösterdiki futbol basit bir oyun ama taktiğini ve inancını tam olarak 18 kişiye aktarıp, onları iyi yönlendirirsen...Topa daha çok sahip olan değil, topu gol bölgesine en kısa sürede topu ulaştıranın kazandığı bir oyun.Seneye Real Madrid sanırım Mourinho'yu kupa için getirmek zorunda başka şansları kalmadı. Ayrıca Eto'yu alan kupayı da alır demeden geçemeyeceğim :)

9 Mayıs 2010 Pazar

Tüm Annelere

Mayıs ayının ikinci Pazar'ı... Özellikle üniversiteye başladığımdan beri annemden ayrı geçen ama her daim özlediğim annemi görme isteğimin tavan yaptığı gün, bugün...Yine aynı şekilde yokluğunu, özlemini yaşıyorum buralarda. İstanbul'da ailesi olan arkadaşları bu yönüyle hep kıskanmışımdır ve bu özel günde bu duygum yine esir aldı beni. Neyse..Bu güzel ve cıvıl cıvıl Pazar gününde anneleri yanında olanlara güzel bir gün geçirmelerini diler ve başta annem olmak üzere tüm annelerin ellerinden öperim. 
Sizlere olan sevgimizi bir güne, bir yıla ya da bir ömre sığdırmamız imkansız!!!

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Badminton

Badminton sporunun tarihi belki de çoğu insanın hiç ummadığı şekilde bundan 3000 yıl önceye dayandığını biliyor muyuz? Arkeologlar Hindistan'da yaptığı kazılar sonucunda kayalara işlenmiş olan badmintona özgü "tüylü top" resimlerine ulaşmışlardır. Bu durum ise çoğumuz için yabancı olan bu sporun ne kadar eski olduğunu göstermektedir. Biraz daha yakın tarihe bakacak olursak göreceğiz ki bu spor 1100 yıl önce Çin'de, daha sonraları tekrar Hindistan'da görülmüştür. Japonya'da bu oyuna "oybane" adını vermişler, anlamı ise uçan tüy, uçan leylek demekmiş.
Asya'dan Avrupa topraklarına bu oyunun geçişi 13. yüzyılın sonlarında Marco Polo tarafından sağlanmıştır. Fransa bu oyuna "je volan" (tüytop), Almanya ve Avusturya da "federball" adını vermiştir. Bu oyunun günümüzdeki ismini alması ise 1872 yılında Londra'ya 100 km yakınlıkta bulunan Badminton kasabasının dükü, Hindistan seyahatlerinde gördüğü bu oyunu kasabaya getirmiş ve hızla yayılmaya başlayan oyun kısa sürede tüm ülkede oynanır hale gelmiştir. İngilizler her zaman olduğu gibi parmaklarını bir olaya en son ama  en etkili şekilde dokundurup bu oyunun kurallarını bile belirlemişlerdir!
Türkiye'de ise badminton'un federasyonun kurulması 1991 senesinde gerçekleşmiştir. Badminton'un olmazsa olmazları ise: Tüytop, badminton raketi, aşağıda gördüğünüz ebatlardaki saha ve filedir. Tekli ve çiftler şeklinde oynanabilen oyun tenis kadar hız ve dayanıklılık istemeyen ancak onun kadar eğlenceli olan bir spordur.
Bu sporu bloguma taşımaya dün izlediğim bir spor programında karar verdim. Beykoz Belediyesinin düzenlediği badminton turnuvasının açılışına giden Telegol ekibi gece o görüntüleri gösterdi ve ardından Ahmet Çakar ciddi bir şekilde bu oyunun Türkiye'de daha da yaygınlaşması gerektiğinden söz etti. Laf arasında değindiği bir nokta ise benim tüm bunları yazmama iten en büyük etken. O etken de bu sporun cezaevlerinde mahkumlar için kullanılıp kullanılamayacağı durumudur. Binlerce metrekareye yapılan büyük açık cezaevlerinin bahçelerinde yukarıda ebatlarını gördüğünüz bir badminton sahası yapılıp isteyen mahkumların bu sporu yapmaları sağlanabilir diye düşünüyorum. Bunu düşünürken aynı zamanda biliyorum ki bu fikrin çürütülmesi için bir çok neden (yasalarca) bulunup bu fikir tamamen yok olabilir ancak cezaevlerinin bir görevi de mahkumları rehabilite etmek ise Badminton sporu bir seçenek olarak yetkililerin kafalarının bir köşesinde bulunması gerekir diye düşünmekteyim. 

29 Nisan 2010 Perşembe

Uzanmışım Kumsala

Hani öyle şeyler vardır ya hiç sonu gelsin istemezsin ancak bu şeyler eninde sonunda biter, iste öyle güzel şeysin sen tatil! Bahar tatili sağolsun 10 günlük bir nefes alma fırsatı verdi ancak ne yazık ki bitmek üzere. Bu sene son bahar tatilimi diğer 4 yıla nispeten daha verimli geçirdim. Karpuz kabuğu daha denize düşmese de biz denizin de sahilin de o güzel kokusunu içimize çektik 4 gün boyunca. Sezon öncesi tatil beklediğimden çok çok güzeldi. Yaz artık İstanbul'a da gelsin artık.!!

19 Nisan 2010 Pazartesi

Gölgelenmiş Galibiyet

Ne güzel de başlamıştık ilk 15 dakika. Rakip 8 defansla beraberlik kollarken 3 tane pozisyondan sadece birini Alex'in muhteşem vuruşuyla değerlendirdik ve bir anda öne geçmiştik. İlk yarıyı da kontrolümüzde tutup maçı her zamanki gibi kilitleyecektik. Ta ki ikinci yarı fiziksel olarak düştüğümüz 15 dakika içinde pozisyon vermememize rağmen hakemin rakip lehine bir penaltıyı vermemesi ve takdir haklarını evsahibinden yana kullanması sahayı ve "uyuyan" rakibi uyandırıverdi. Bir anda baskıyı yedik ve gereksiz top kaybıyla 3 e 1 yakalandık penaltı yaptık. Penaltı atışından önce ise Bilica hiç yakışmayacak bir davranışla penaltı noktasını eşeledi.
Şu güzel başlayan futbol akşamı ve galibiyetimiz böyle bir hakem ve şöyle bir davranışla anılacak olması beni gerçekten üzüyor. Beni üzüyor çünkü karşımızda bizi 2 gün maç sürse de yenemeyecek bir takım vardı ama hakem katlettiği maç sayesinde galibiyetimiz gölgelendi. Ben yine de dün spor kuralları içinde formasını ıslatan tüm oyuncularımızın emeğini görmezden gelemem. Tüm camiaya bu hareketin mal edilmesini ve galibiyetin gölgelenmesini asla kabul edemem. Haa şu da bi gerçek, yendik ama hala lider değiliz ve hala Bursaspor şampiyonluğa bizden daha yakın..Daha fazla yazacak bir şey bulamadım maçla ilgili. Pozisyonları zaten herkes uzman kesilmiş tartışıyor ben sadece en net gördüğüm 2 noktayı belirttim.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Assassin's Creed 2

Bugün bir oyun değerlendirmesi yapmak istiyorum. Bu oyun öyle bir oyun ki hiç ilk gördüğümde FPS olmaması sebebiyle oynamayı hiç düşünmediğim ama hikayeyi anlayınca başından kalkamayacağınız bir oyun. "Assassin Creed 2" 
Serinin ilk oyunu ile başlamak hikayenin tümünü anlamak için şart gibi görünüyor. Zaten ilki yaklaşık 2 yıl önce satışa sunulmuş. İkicisi ise henüz 1-2 aylık ve grafik olarak ilkine oranla kaliteyi farkedebiliyorsunuz. Oyunun konusu ise bir "assassin" soyundan gelen gencin tıpkı Matrix'deki gibi labaratuvar ortamında makineye bağlanarak geçmişe yani atalarının yaşadığı yıllara gitmesi ve oradaki tüm sırları keşfetmeye çalışması. Serinin ikinci oyunu İtalya'nın çeşitli şehirlerinde geçmekte ve genlerimiz sayesinde ulaştığımız assassin'in yani oyundaki adı Ezio'nun İtalya'nın gizemli sokaklarında, yeraltındaki tapınaklarında, hocası Leonardo Da Vinci'nin yardımlarıyla tüm sırları çözmeye çalışmasını konu almaktadır. Aldığımız oyunlar hemen bitiyor diyenlerdenseniz eğer tüm görevleri yaptığınız takdirde uzun süre oynayacağınız ve zevk alacağınız oyundur kendileri. Korsan olarak indirdiyseniz oyun internete bağlı olarak oynanıyor ve server eğer Crackli olduğunu anlarsa direk kara listeye alınıyorsunuz ve beyaz ekran çıkıyor. Ev arkadaşım sabırsızlandı ve gidip orjinalini aldı bu yüzden sorunsuz oynanıyor bizde :) Okuduğum bazı forumlarda crack sorunun çözüldüğünü söyleyenler var yalnız yine de pek emin değilim oyunun ilerleyen safhalarında kilitlenip kilitlenmeyeceğinden.  Orjinal oyuna para vermek istiyorsanız şuanda en doğru tercihin bu oyun olduğunu söyleyebilirim. Son olarak da şunu eklemek istiyorum ki savaş oyunu sevmeyen biri olabilirsiniz ancak oyunu oynarken göreceğiniz gibi kılıcınızı çekip savaşmak hiç bu kadar zevkli olamaz ve savaşmaktan öte hikayeyi çözme isteği bir anda sizi saracağından eminim.
Herkese iyi eğlenceler, sınav ve ödev zamanında uzak durun yeter ;)

8 Nisan 2010 Perşembe

Şampiyonluk Yarışı

Turkcell Süper Liginde son haftalara girilirken heyecan katsayısı artmaya devam ediyor. Genelde görmeye alıştığımız tek takımın ligi domine ettiği sezonlar artık çok uzaklarda kaldı. Şampiyonluk için 4 takım da birkaç puan arayla sıralanıyorlar. 
Öncelikle Galatasaray'dan bahsetmek istiyorum. Lige bomba transferlerle ve birçok kesim tarafından tartışmasız en iyi kadroyu kurduğu belirtilen takım şu anda liderin 7 puan gerisine düşmüş durumda. Her ne kadar başlarındaki hoca kaliteli ve kariyerli olsa da Türkiye'de geçmişte de görüldüğü gibi sadece bunun yeterli olmadığı görülmektedir. Her Türk takımı önemli maçlar öncesi kamp yapmaya alışmıştır. Yoksa futbolcular maçlara zihinsel olarak yeterli derecede hazır olmamaktadır. Galatasaray'ın hocasının da kamp yapma prensibi olmadığı için sezon başından beri bu uygulamayı yapmamıştır. Yabancı oyuncuları ne kadar iyi olursa olsun Türk oyuncularla olan uyumu Galatasaray'ın başarıya ulaşmasında en etkili unsurdu ancak bunu çok iyi gerçekleştiremediler. Son haftalarda da Fenerbahçe ve Sivas maçlarından sonra matematiksel olarak hala şansları olsa da zihinsel olarak artık hedef olarak Şampiyonlar Ligine katılabilmeyi görüyorlar. 
Beşiktaş'a baktığımızda ise sezon başı son derece kötü sonuçlar almasına rağmen Mustafa Denizli tecrübesini ve Türk futbolunu ne kadar iyi tanıdığını bizlere göstererek Beşiktaş'ı şampiyonluk potasında tutmaya devam ediyor. Hesabına göre artık puan kaybına tahammülleri yok ancak Fenerbahçe maçı olmamak şartıyla bir beraberliğin de Beşiktaş'a yetebileceğini düşünüyorum. Bu hafta Trabzonspor'u yenmeleri ise derbiye daha fazla özgüvenli çıkmalarını sağlayacaktır. Ancak, Fenerbahçe'ye yenildikleri anda isterlerse Trabzonspor maçından 3 puan almış olsunlar, nafile. Bir daha toparlayamazlar diye düşünüyorum.
Fenerbahçe ise deplasmanda ezeli rakibini sıkıcı ama akıllı bir futbolla yenmesini geçen hafta Kayserispor galibiyetini de ekleyerek  taçlandırdı ve bu haftayı aç yapmadan 3 puanla kapatacak olması da takımın bir anda seri yapmasını sağladı. Ligde 5 maçtır kalesinde gol görmemesi de Daum'un artık açık futboldan vazgeçip Bilica ve Lugano'yu çakılı oynatarak kontra atak riskini sıfıra indirmesinden kaynaklanıyor. Moraller üst seviyede ve Türkiye Kupası yarı finalinde ilk maçın verdiği avantajlı sonucunu kullanarak Manisaspor'u derbi öncesi eleyerek derbiye moralli çıkmayı istiyor. Fenerbahçe'nin şampiyonluk formülü çok basit. Beşiktaş'ı haftaya yenmeli ve yarıştan kopartması lazım. Yani her şampiyon olduğu sene yaptığı gibi kendi işini başkalarına bırakmaması gerekiyor. Bursaspor'un ise zorlu Beşiktaş, Galatasaray ve Gençlerbirliği maçlarındaki olması muhtemel puan kaybını bekleyecek.
Son olarak da ligin lideri Bursaspor'a geçelim. Ertuğrul Sağlam'ın futbol bilgisini, üzerinde başkan ve taraftar baskısı olmadan sergilediği bir yerde neler yaptığını izlemekteyiz. Bursa gibi bir futbol şehrinin çok daha bu yerlerde bulunması gerektiğine inanıyorum. Geçen seneki Sivasspor'un aksine Bursaspor, futbolun göze hoş gelen tarafını yansıtarak buralara kadar gelmişlerdir. Beşiktaş ve Fenerbahçe'yi deplasmanda, Galatasaray'ı da kendi evlerinde yenmişlerdir. Olası ikili averajda bu 3 büyük takıma da üstünlük sağlayan bir liderdir. Ancak, son haftalarda oynayacakları zorlu maçlar ve cezalı oyuncuları onları bu rüyadan uyandırmaya yetecek midir göreceğiz. Şampiyonluğa şehir olarak hazırlar. Bursa'da boyacıların yeşil-beyaz boya stoklarının tükendiğini okudum bir haberde. Bursa'nın bu mücadelesini gören Türk kamuoyu da şimdiden onları şampiyon ilan etmeye başlamışlardır. Bu kritik noktada ayaklarının yere basması onları gerçek zafere götürecektir.
Sonuç olarak, her hafta heyecanla izlenecek ve sonuçlarıyla tekrar tekrar hesap kitap yapmaya başlayacağımız maçlar geldi. Bir Fenerbahçeli olarak bu hafta kendi takımım açısından rahatım ama rakiplerin maçlarını da aynı heyecanla izleyeceğim. 
Şampiyonu "futbol topu"nun belirlemesi dileğiyle...

7 Nisan 2010 Çarşamba

2 Nisan 2010 Cuma

Arsenal-Barcelona

Yoğun geçen çarşamba günü sonrası gerçekten böyle bir maçı izlemeye ihtiyacım varmış dedirten bir maç oldu. Daha maç başlayalı 17 dk olmuştu ve ilk gelen istatistiklerde Barcelona'nın kaleye attığı 12 şuttan 7 sinin isabetli olduğunu söylüyordu. Nasıl bir başlangıçtı öyle? Bugüne kadar izlediğim hiçbir maçta bir deplasman takımı bu şekilde rakibini sürklase etmemişti. Rakibi de yakından tanıdığımız Arsene Wenger'in genç yıldızlarından kurulu, kendi sahasında özellikle rakiplere nefes aldırmayan bir tempoda oynayan Arsenal takımıydı. Almunia yerden kalkamazken Valdes'in adını daha duymamıştık bile.Bunun yanında Arsavin de zorunlu bir değişiklikle oyundan çıkmıştı.
İlk yarıda her şey vardı ama gol sesi çıkmamıştı. İkinci yarı ise başlar başlamaz Barcelona, defans arkasına İbrahimovic'in muhteşem bir koşuyla hareketlenmesi sonucu Almunia'yı çaresiz bırakan bir vuruşla öne geçti. Golün etkisini yeni yeni atlatan Arsenal yine aynı ilk golde olduğu gibi İbrahimovic'i unuttu ve maç bir anda 2-0  a geldi. Barcelona öyle paslaşıyordu ki bir ara dönüp arkadaşıma dedim ki " Ben olsam sinirden ayaklarına sert bir şekilde girip kırmızı kartı alırdım." Bu sırada Arsenen Wenger oyunu artık izlemeyi bıraktı ve  89 doğumlu Theo Walcott'u İngiliz Milli Takım teknik direktörü F. Capello 'nun bakışlarıyla oyuna aldı. Sağ kulvar bir anda hareketlenmişti ve tam da Maxwell nası tutacak bu çocuğu derken Theo cezayı kesiverdi ve Bendner'in harika pasıyla çaprazdan girip Valdes'i avladı. Golden sonra Barcelona yine oyunu elinde tutmayı istese de Arsenal'in etkili atakları korkutucuydu. Gallas Da yine zorunlu değişiklik sonucu çıkmıştı ve Arsenal'in oyuncu değiştirme hakkı yoktu. Dakikalar 83'ü gösterirken yandan gelen ortayı Bendner'in kafayla indirmesi sonucu top Barcelona'nın kendi evladı olan Fabregas'ın önünde kaldı. Bu sırada Puyol araya girmek isterken ayağını Fabregas'a taktı ve onu engelledi. Hakem tereddütsüz penaltı noktasını göstererek Puyol'u da saha dışına gönderdi.Penaltıyı gole çeviren Fabregas ise sakatlığının tekrar nüksetmesi sonucu kalan 10 dakikayı yürüyerek tamamladı. 
Fabregas'ın sakatlığı için kimilerine göre ilahi adalet kimilerine göre ise şanssızlık olarak yorumlanıyor ancak gerçek olan Arsenal böyle mahkum olarak başladığı bir maçtan beraberlikle ayrılması bildi.  Bu maçın ikinci ayağı İspanya'da olacak ve Arsenal bu maçtaki kadar şanslı olacak mı göreceğiz hep beraber. Puyol ve Pique'nin cezalı olmaları nasıl etkileyecek Barcelona'yı bu da ayrı merak konusu. 6 Nisanı dört gözle bekliyoruz. 

30 Mart 2010 Salı

Derbinin Ardından

Mart ayının sonları olmasına rağmen hava halen kıştan kalma günler yaşatıyordu bize. Derbiyi arkadaşımın ablasının davet ettiği güzel bir akşam yemeği sonrasında Galatasaraylı eniştesi ve çoğunluğu Beşiktaşlılarla dolu bir evde izledim. Beraberlik demek Beşiktaşlıların sevinmesi demekti bu yüzden maç berabere giderken yüzlerindeki gülümsemeyi görebiliyordum. Ta ki ikinci yarı oyunun artık iyice zevksiz hale gelip kilitlendiği anlardan birinde "hayatında kaç kere öyle bir şut sonucu gol bulduğu tartışılacak olan ve geçen haftalarda Kadıköy'de taraftarlarca ıslıklanan" Selçuk Şahin Leo Franko'ya "Ne o Franko? " demesiyle "Goooolllll" diye bağırıp zıplamam bir oldu.
Golün ardından yine beklendiği gibi Fenerbahçe'nin istediği skoru da elde etmesiyle geriye daha güvenli şekilde yaslanması ve Galatasaray'ın beklenmedik derecede üretken olamayışı maçın bu sonuçla bitmesini sağladı. Aslında fazla gol pozisyonu yok ancak yanlış kaldırılan ya da kaldırılmayan ofsayt bayrakları, verilmeyen penaltı pozisyonu ve yanlış sarı kart kararları maçın sonucuna bir şekilde olsa etki etmiştir. Ancak Volkan'ın maçın son anlarında Keita'nın volesine uçarak yaptığı kurtarış maçın kaderini tayin etti. Volkan bu ya, oynadığı harika oyunu tam galibiyetle kutlamaya hazırlanırken ve bence maçın adamı olmaya hak kazanmışken Galatasaraylı futbolculara yaptığı yakışık almayan davranış başta beni ve umarım çoğunlukta olan tüm  Fenerbahçelileri üzmüştür.
Maçın "münferit" sayılacak bir su bardağı atılması dışında herhangi üzücü, yaralayıcı bir olay olmadan kapanmış olması merhum Başkan Özhan Canaydın'ın anısına olan saygıdan dolayı olduğunu düşünüyorum. Umarım bundan sonra da bu ortam tüm statlarımızda olur ve rakibimizi ne olursa olsun alkışlamayı başarabilmeliyiz. Bunun başlangıcını Galatasaraylı taraftarlar Fenerbahçe takımı sahaya pankartla çıkarken başlatmışlardır, devamını getirdikleri gün ise gerçekten en büyük övgüyü hak edeceklerdir diye düşünüyorum.
Son olarak da Galatasaray'a geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum. Hıncal Uluç'un Fenerbahçe-Galatasaray derbisi hakkındaki şu yorumuyla yazımı bitiriyorum:
"Fenerbahçe favori ise Fenerbahçe kazanır.
Hem Fenerbahçe hem Galatasaray favori ise Fenerbahçe kazanır.
İkisi de favori değilse Fenerbahçe kazanır.
Galatasaray favori ise Galatasaray belki kazanır."