31 Mayıs 2010 Pazartesi

Capital of Terrorism



I condemn the "state terrorism" of Israel, hoping that you all will disappear in your black marsh. 


İsrail'in devlet terörizmini kınıyorum. Umarım birgün hepiniz kara bataklığınızda kaybolup gideceksiniz.

23 Mayıs 2010 Pazar

Boynuz Kulağı Geçti


Madrid'de Avrupa'nın en büyüğü belli oldu. İnter'in uzun yıllar süren kupa hasretini dünya futbolunu onu sevenler ve nefret edenler olarak ikiye ayıran Mourinho dindirdi. Hem de onun bugünlere gelmesinde büyük emeği olan hocası Van Gaal'in elinden kupayı alarak...
Futbol işte böyle bir oyun ki yıllar sonra hocanızla böyle görkemli bir finalde rakip olabiliyorsunuz ve hocanızdan kupayı alıyorsunuz. İnter bu kupayı sonuna kadar haketti. Başta Mourinho olmak üzere başkanından tüm oyuncularına kadar içlerindeki o isteği görmek çok da zor değildi. Bir takım düşünün ki çeyrek finalde İngiltere şampiyonunu, yarı finalde İspanya şampiyonunu ve finalde de Almanya şampiyonunu yensin ve kupayı İtalya'ya alnının akıyla götürsün. Kim ne derse desin Mourinho bu işi çok iyi biliyor ve ondan nefret edenleri bile onu izlemeye mahkum ediyor.
Maça bir de oynayan oyuncular ve geçmişleri açısından bakalım. Bir tarafta Sneijder diğer tarafta Robben ikisi de Real Madrid'in geçtiğimiz yıl takımdan Hollandalı temizleme operasyonuyla Avrupa'da başka klüplere gitti ama kader onları farklı takımlarda ve yine Real Madrid'in mabedinde birleştirdi. Birisi kupayla diğeri de Arupa ikinciliği rütbesiyle evlerine dönüyor. Real Madrid ise hala yeni yıldızlara paralarını saçsın dursun. Bu iki isimden başka Cambiasso ve Samuel de Real in gönderdiği ama şimdi kupayı kaldıran futbolcular arasında.
Maçın adamına gelince 2 gol atan Milito'yu bir köşeye koymak gerek. Doğru zamanlama, doğru yere koşu, rakibi geçme ve mükemmel 2 vuruş. Ayrıca maç boyunca İnter'in rakip sahada top tutmasını sağlayan baş aktörlerden biri. Sanırım bu gece Maradona biraz daha fazla keyifli uyuyacak.
Ve sıra geldi milli gururumuz Altıntop kardeşlerin Hamit'ine. Şampiyonlar ligi finaline Türk takımı gönderemesek de Yıldıray'ın ardından bu başarıyı göstren ikinci Türk oyuncu. Ne yazık ki ikisi de kupaya ulaşamadı ama top onların ayağına geldi mi izleyen tüm Türk seyirciler farklı bir heyecan duydu. Tabi atlanmaması gereken önemli bir nokta da ikisinin de gurbetçi olup Türkiye dışında bir altyapı eğitimi alması. Nerede eksiğimiz var sanırım bu örnek biraz daha hatamızı görmemize yardımcı olur. Van Gaal onu çıkarırken hocasına az da olsa sitemkar bir bakış attı ve yedek kulübesinin yolunu tuttu. Benim gördüğüm Robben ve Oliç ile beraber Bayern'i rakip sahaya götüren üçüncü futbolcuydu ve ters kanatta oynamasına rağmen iyi işler yaptı. Ribery'nin performansını ondan o bölgede beklemek zaten hayalperestliğin dışına çıkamaz. Gururumuz oldun Hamit, darısı seni tv de izleyen Türk futbolcuların başına.
Son olarak tekrar belirtmek istiyorum akıllı oynayan, doğru zamanda pres yapıp doğru zamanda kalesini açık vermeden savunan ve en önemlisi hocasının verdiği hırsı rakibe değil ama topa ve tüm izleyenlere gösteren takım kupayı evine götürdü. Mourinho gösterdiki futbol basit bir oyun ama taktiğini ve inancını tam olarak 18 kişiye aktarıp, onları iyi yönlendirirsen...Topa daha çok sahip olan değil, topu gol bölgesine en kısa sürede topu ulaştıranın kazandığı bir oyun.Seneye Real Madrid sanırım Mourinho'yu kupa için getirmek zorunda başka şansları kalmadı. Ayrıca Eto'yu alan kupayı da alır demeden geçemeyeceğim :)

9 Mayıs 2010 Pazar

Tüm Annelere

Mayıs ayının ikinci Pazar'ı... Özellikle üniversiteye başladığımdan beri annemden ayrı geçen ama her daim özlediğim annemi görme isteğimin tavan yaptığı gün, bugün...Yine aynı şekilde yokluğunu, özlemini yaşıyorum buralarda. İstanbul'da ailesi olan arkadaşları bu yönüyle hep kıskanmışımdır ve bu özel günde bu duygum yine esir aldı beni. Neyse..Bu güzel ve cıvıl cıvıl Pazar gününde anneleri yanında olanlara güzel bir gün geçirmelerini diler ve başta annem olmak üzere tüm annelerin ellerinden öperim. 
Sizlere olan sevgimizi bir güne, bir yıla ya da bir ömre sığdırmamız imkansız!!!

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Badminton

Badminton sporunun tarihi belki de çoğu insanın hiç ummadığı şekilde bundan 3000 yıl önceye dayandığını biliyor muyuz? Arkeologlar Hindistan'da yaptığı kazılar sonucunda kayalara işlenmiş olan badmintona özgü "tüylü top" resimlerine ulaşmışlardır. Bu durum ise çoğumuz için yabancı olan bu sporun ne kadar eski olduğunu göstermektedir. Biraz daha yakın tarihe bakacak olursak göreceğiz ki bu spor 1100 yıl önce Çin'de, daha sonraları tekrar Hindistan'da görülmüştür. Japonya'da bu oyuna "oybane" adını vermişler, anlamı ise uçan tüy, uçan leylek demekmiş.
Asya'dan Avrupa topraklarına bu oyunun geçişi 13. yüzyılın sonlarında Marco Polo tarafından sağlanmıştır. Fransa bu oyuna "je volan" (tüytop), Almanya ve Avusturya da "federball" adını vermiştir. Bu oyunun günümüzdeki ismini alması ise 1872 yılında Londra'ya 100 km yakınlıkta bulunan Badminton kasabasının dükü, Hindistan seyahatlerinde gördüğü bu oyunu kasabaya getirmiş ve hızla yayılmaya başlayan oyun kısa sürede tüm ülkede oynanır hale gelmiştir. İngilizler her zaman olduğu gibi parmaklarını bir olaya en son ama  en etkili şekilde dokundurup bu oyunun kurallarını bile belirlemişlerdir!
Türkiye'de ise badminton'un federasyonun kurulması 1991 senesinde gerçekleşmiştir. Badminton'un olmazsa olmazları ise: Tüytop, badminton raketi, aşağıda gördüğünüz ebatlardaki saha ve filedir. Tekli ve çiftler şeklinde oynanabilen oyun tenis kadar hız ve dayanıklılık istemeyen ancak onun kadar eğlenceli olan bir spordur.
Bu sporu bloguma taşımaya dün izlediğim bir spor programında karar verdim. Beykoz Belediyesinin düzenlediği badminton turnuvasının açılışına giden Telegol ekibi gece o görüntüleri gösterdi ve ardından Ahmet Çakar ciddi bir şekilde bu oyunun Türkiye'de daha da yaygınlaşması gerektiğinden söz etti. Laf arasında değindiği bir nokta ise benim tüm bunları yazmama iten en büyük etken. O etken de bu sporun cezaevlerinde mahkumlar için kullanılıp kullanılamayacağı durumudur. Binlerce metrekareye yapılan büyük açık cezaevlerinin bahçelerinde yukarıda ebatlarını gördüğünüz bir badminton sahası yapılıp isteyen mahkumların bu sporu yapmaları sağlanabilir diye düşünüyorum. Bunu düşünürken aynı zamanda biliyorum ki bu fikrin çürütülmesi için bir çok neden (yasalarca) bulunup bu fikir tamamen yok olabilir ancak cezaevlerinin bir görevi de mahkumları rehabilite etmek ise Badminton sporu bir seçenek olarak yetkililerin kafalarının bir köşesinde bulunması gerekir diye düşünmekteyim.